2 Ocak 2008 Çarşamba

Nefsimiz ve Hesabı / SIR


MERHABA CAN DOSTLAR;
Bu hafta nefsimiz, nefis hesabının nasıl olması gerektiği ve bu konuda dikkat edeceğimiz hususları açıklamaya çalışacağım.

DOSTLARIM;
Allah Teâlâ yarattığı her insana belli bir ömür takdir etmiştir. Akıl nimetiyle donattığı insanı erginlik çağından itibaren ölünceye kadar tüm yaptıklarından ve yapması gerektiği halde ihmalkarlık edip yapmadıklarından sorumlu tutmuştur. Bununla birlikte insanı yalnız bırakmamış, onun aklına rehberlik etmek üzere de Peygamberler ve kitaplar göndermiştir.
İnsana düşen görev hayatı ve yapıp ettiklerini düşünmek ve değerlendirmektir. Ben ne idim ne oldum, sonum ne olacak? İşte bu noktada, “Nefis Muhasebesi” dediğimiz, ferdin kendi kendini kontrol mekanizmasının önemi ortaya çıkmaktadır. İradesini bu yönde kullanan insanların oluşturduğu bir toplum, tabîî olarak kendi kendisini kontrol eden bir toplum olacaktır.
CAN DOSTLAR;
Hz. Yusuf (a.s.)’ın lisanıyla, nefsin, insanı sürekli olarak kötülüğe teşvik ettiğine ve onun kötülüğünden kurtulabilmek için ferdin ilâhî yardıma ihtiyaç duyduğuna işâret eder :
“Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” [Yusuf, 53]
Âyet-i kerîmenin ifade ettiği açıdan bakıldığında, nefisle muhasebenin zorluk derecesinin biraz daha arttığı görülür. Çünkü, nefsi kontrol etmek için insanın kendi iradesi ile Allah’ın merhameti bir arada olmalıdır. Kötülük yapan ya da kötülüğe vasıta olan bir insan nasıl sorgulanmaktan hoşlanmıyorsa kötülüğün ilk hareket noktası olan nefis de hesaba çekilmekten hoşlanmaz. Bu nedenle, kendi kendisiyle hesaplaşan insan öncelikle bu anlayışı aşmak mecburiyetindedir. Bu anlayıştan kurtulmak mümkün olmadığı zaman, nefsi beğenmek, onu kusursuz görmek ve nefsin bütün isteklerinin haklı sebeplere dayandığı düşüncesine kapılmak kaçınılmaz bir sonuçtur. Böyle bir sonuç ise Allah’a kulluk gayesiyle yaşaması gereken bir Müslüman için, telafisi mümkün olmayan problemlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Kur’an-ı Kerîm’in işaret ettiği bir çok târihî hadise, Allah’a karşı gelmenin, inkârda ısrar etmenin, hak ve hukuk tanımamanın en önemli sebeplerinden birinin, “Nefsi üstün görmek ve onu kusursuz saymak.” olduğunu göstermektedir. Şeytan’ın, Allah’ın emrine isyan ederek Hz. Âdem (a.s)’a secde etmemesi, Nemrud’un, Hz. İbrahim (a.s)’ı yakmaya çalışması, Firavunun Hz. Mûsâ (a.s)’ı öldürme isteği, Mekkeli müşriklerin, bizzat kendilerinin “el-Emîn” olarak vasıflandırdıkları, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e karşı, amansız bir mücadele yürütmeleri, işte bu ortak düşüncenin en çarpıcı ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bütün bu örneklerde ve benzerlerinde müşâhede edilen, “nefsi her şeyden üstün görme” anlayışının en tehlikeli noktası, nefsi ilah olarak benimsemektir. Kur’ân-ı Kerîm’de “Hevâ” olarak nitelendirilen bu husus şöyle anlatılır:“Kendi hevâsını ilah edinen ve ilimi olduğu halde, Allah’ın kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık onu Allah’tan başka kim doğru yola getirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?” [Casiye, 23] Kendi arzu ve isteklerine göre yaşama düşüncesi, Allah’ın istediği şekilde yaşamaya mânidir. “Hevâ ve şehvet gözü kör, kulağı sağır, kalbi hissiz eder. Kişi âlim de olsa ilmine rağmen hakkı duymaz olur.filozofların ve dünya hayatına düşkün din âlimlerinin çoğu böyle olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’in, Hz. Mûsâ’nın kavmi içinde hazinelere ve ilme sahip olarak yaşadığını haber verdiği Kârun’da da aynı anlayışı görmek mümkündür. Allah’ın büyük bir lütuf olarak verdiği zenginlik sebebiyle, kendisinin de başkalarına iyilikte bulunması söylendiği zaman; “Bu servet bana, ancak kendimdeki bilgi sayesinde verilmiştir” [kasas78] diyerek, ilmine ve zenginliğine rağmen inançsızlık ve azgınlık içinde helâk olmuştur. Nefsiyle hareket eden insanın, böyle bir tehlikeden uzak kalması son derece zor olduğu için, âyet-i kerîmede Allah’ın rahmetinin gerekliliği vurgulanmaktadır. Zâten, hayatının her safhasında nefis muhasebesi yapmaya gayret eden bir mü’min, bu noktada Allah’a ilticâ etmesi gerektiğinin önemini kavramak zorundadır.

İmâm-ı Âzam Ebû Hanife’nin fıkıh tarifi tam anlamıyla nefis muhasebesini işaret eder mahiyettedir. İmâm-ı Âzam, fıkhı şöyle tarif eder : “Fıkıh, nefsin leh ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir.” Öncelikle, nefse fayda ve zarar verecek olan şeylerin tanınması gerektiği için fıkıh böyle tarif edilmiştir. Çünkü nefsin yapısını, ona sevap ya da günah kazandıracak olan davranışları tanımadan tam anlamıyla Allah’a kulluk yapmak mümkün değildir. Allah’ı tanımak, insanın kendi kendisini tanıması, nereden nereye geldiğini anlaması ve yaptıklarından dolayı hesaba çekileceğinin şuurunda olmasına bağlıdır.

Ebû Ümeyye eş-Şa’bânî (r.a.) şöyle demiştir: “Ben, Ebû Sa’lebe el-Huşenî (r.a.)’ın yanına giderek: Şu âyet hakkında ne dersin? diye sordum. O, hangi âyet deyince, ben:“Ey îman edenler! Siz kendinize bakınız. Siz doğru yolda olunca sapıtan kimse size zarar veremez.” (Mâide, 105) âyeti dedim. Ebû Sa’lebe el-Huşenî (r.a) dedi ki:Sen bu âyetin (konusundan) haberdar olan bir kişiye sordun. (Çünkü) ben bunu Rasûlüllah (s.a.v.)’e sordum. Buyurdular ki:"İyilikleri birbirinize emrediniz ve kötülüklerden birbirinizi men ediniz. Ancak sen, cimriliğe itaat edildiğini, nefsî arzulara tâbî olunduğunu, dünyanın tercih edildiğini, her görüş sahibinin kendi görüşünü beğendiğini ve gücünün yetmediği bir durumu gördüğün zaman artık kendi nefsine düşene bak. Şüphesiz arkanızdan sabır günleri gelecek. O günlerde sabır bir ateş parçasını avuçta tutmak gibidir. O günlerde iyi amel işleyene (diğer zamanlarda) o amelin benzerini işleyen elli kişinin sevabı kadar sevap vardır.” [ibn-i Mace]

Hz. Peygamber (s.a.v)’e “En faziletli insan kimdir?” diye soruldu.
Hz. Peygamber (s.a.v): “Allah yolunda nefsiyle ve malıyla mücâhede eden mü’mindir.” buyurdu.[Sahihi Buhari]

İnsanlara ilâhî sorumluluk yüklenmesinin sebebi, Allah’ın onlara, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edecek bir meleke (akıl) vermiş olmasıdır. Nefis Muhasebesinin Metotlarına gelince
1- Allah’ın gözetimi altında olduğunu düşünmek. Nefsi kontrol altında tutmanın en etkili yolu bu ilâhî murâkabeyi her an göz önünde bulundurmaktır. Şuurlu bir ubûdiyyetin en önemli şartıdır.
2- Kazanılan Başarıyı ve Nîmeti Allah’tan Bilmek Kazandığı her şeyi, sadece kendi kabiliyetleri ve gayreti ile elde ettiğini düşünmek, nefsânî bir anlayışın ürünüdür. Bu Karun anlayışıdır. Kuranı kerîmde kavminin Karun’a yaptığı tavsiyedir :“Allah’ın sana verdiği (servet) ile ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma, Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk isteme, çünkü Allah bozguncuları sevmez.” [Kasas, 77]
3- Başkalarının Hatâlarından Önce Kendi Hatâlarını Görmek Hz. Peygamber (s.a.v) bu hususu şöyle belirtir: “Allah bir kul için hayır dilerse, onu dinde fakih, dünyada zühd sahibi kılar ve ona kusurlarını gösterir.” [Keşful Hafa] “Ya nefsinle meşgul ol veya nefsini ıslâh ettikten sonra başkasıyla meşgul olan biri ol. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur:“Başkalarının kusurlarını hatırlamak istediğin zaman, kendi kusurlarını hatırla [Keşful Hafa]
4- İşlenen Günahları Hatırlamak Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur :“Mü’min, günahını, üzerine yuvarlanmasından korktuğu bir dağ zanneder. Günaha dadanmış kişi, günahını burnunun ucuna konmuş, ona bir şey söylediğinde uçacak bir sinek gibi görür.” [Tirmizi]
Neticede bu ölçülere dikkat ettiğimizde, SONUÇ SIRDAŞLARIM şu ayet olacaktır:
“Ey îman edenler! Siz kendinize bakınız. Siz doğru yolda olunca sapıtan kimse size zarar veremez.” [Mâide:105]
AHİRETTE İSE “Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran kimse için, şüphesiz Cennet yegâne barınaktır.” [Naziat 40 –41] olacaktır.
ALLAHA EMANET OLUN.BU BİR SIRDIR....

Hiç yorum yok: