1 Aralık 2013 Pazar

Mekke'nin Fethi, Fetih Hutbesi ve Genel Aff


Merhaba dostlar;
31 aralık gecesi MEKKENİN FETHİ’NİN gerçekleşmesiyle İslam dünyasında yeni bir sayfa açıldı. Önce Mekke’de zor şartlarda mayalanan İslam Medine topraklarında kendi özgün medeniyetini kurdu ve büyük mücadeleler sonunda muhteşem bir zaferle kan dökülmeden Mekke gerçek sahiplerine kavuştu. Fethiniz mübarek olsun.
Mekke’nin Fetihi vesilesiyle bizlerde önce kendi gönüllerimizi fethetmek (açmak) için Peygamberimizin (sav) fetihten sonraki hutbesini anlamaya çalışalım.

DOSTLAR..
Hudeybiye antlaşmasına göre Huzaa kabilesi Resulullah’ın himayesine, Bekiroğulları kabilesi de Kureyş kabilesi himayesine girmişti. Fakat Bekiroğulları kabilesi ansızın Kureyşlilerden Saffan bin Umeyye, İkrime bin Ebu Cehil, Süheyl bin Amr, Huveytib bin Abduluzza, Mükrez oglu Hafz ve bir kısım Kureyşli müşriklerle Huzaa kabilesi üzerine saldırmışlar ve onlardan 23 kişiyi öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Huzaa kabilesinden Amr bin Salim Huzai 4I kişilik toplulukla Peygamberimize geldiler ve olayı Resulullah ’a anlattılar. Resulullah, Kureyşlilere ya bu saldırıda öldürülen 23 kişinin diyetinin ödenmesini yada Kureyşlilerin Bekiroğulları’ nın himayesini bırakmasını istedi. Kureyşli Müşrikler bunları da kabul etmediler. Fakat yinede anlaşmayı bozdukları için içlerini korku bürüdü. Ve tekrar anlaşma yapmaları için Ebu Süfyan’ı Medine’ye yolladılar. Ebu Süfyan Peygamberimizden ve Sahabelerden Eman dilediyse de kabul görmedi ve Mekke’ye eli boş olarak döndü.
Peygamberimiz büyük bir ordu hazırlayarak gizlice Mekke şehrini kuşattı. Aniden basılan Mekkeli Müşrikler neye uğradıklarını şaşırmışlar ve savaş hazırlığını bile yapamamışlardı. On iki bin kişilik büyük İslam ordusu hiç bir büyük olaya karışmadan kolayca Mekke şehrini fethetmişlerdir.

Hicretin sekizinci yılında Resulullah (s.a.s.)'e boyun eğen Mekke, bu tarihten sonra yeni bir dönemi yasamaya başladı. Allah Teâlâ' nın mübarek kıldığı, İslâm dininin merkezi olan bu belde, şirkten, putperestlikten ve bütün diğer hurafelerden arındırılmış yeni bir hayata kavuştu. Daha önce bağımsız bir şehir devleti olan Mekke'nin, fetihten sonra ekonomik ve sosyal durumu da değişmişti. Mekke, ihtiyaçlarını temin edebilmek için ihtiyaç duyduğu yoğun kervan faaliyetlerine eskisi gibi bağımlı değildi. Zira, İslâm devleti elde ettiği gelirleri ihtiyaç olan yerlere adil bir şekilde taksim ettiği için Mekke'nin ihtiyaç duyduğu her şey İslâm devleti eliyle sağlanıyordu. Ayrıca eski ticarî faaliyetler, Mekke için artık hayatî olma özelliğini yitirmişti. Mekke, Hac zamanlarında çok değişik bir manevî atmosfer altında hareketli ve canlı günler yaşıyordu. Bu zaman zarfında çok yoğun bir ticarî faaliyeti de sahne oldu. Ayrıca Mekke, yeryüzündeki bütün Müslümanların kalplerinde yaşattıkları ve oraya ulaşıp, Hac ibadetini yerine getirmek için büyük fedakârlıkları göze aldıkları bir manevî şehir olma özelliğini kıyamete kadar sürdürecektir.

CAN DOSTLAR.
Peygamberimizin sav Fetih Hutbesi ve Genel Aff...
Rasûlüllah (s.a.s.) Kâbe kapısının eşiğinde durdu. Karşısında sıralanmış olan Mekkelilere baktı. 20 yıl boyunca şahsına ve Müslümanlara ellerinden gelen her kötülüğü yapmaktan çekinmeyen bu adamların hayâtı, şimdi O' nun iki dudağı arasından çıkacak hükme bağlıydı. Rasûlüllah (s.a.s.) 20 yıl boyunca çektiklerini bir anda zihninden geçirdi, sonra şöyle hitâbetti.

"Allah'tan başka ilâh yoktur, yalnız O vardır. O' nun eşi ve ortağı yoktur. O vaadine bağlı kaldı, sözünü yerine getirdi. kuluna yardım etti, tek başına bütün düşmanları hezîmete uğrattı.

İyi bilin ki bütün câhiliyet âdetleri, mal ve kan davaları bugün şu iki ayağımın altındadır. Yalnız, Kâbe hizmetleriyle hacılara su dağıtma işi (hicâbe ve sikaye hizmetleri) bu hükmün dışında bırakılmıştır.

Ey Kureyş Cemâati! Allah sizden câhiliyet gururunu, babalarla, soylarla büyüklenmeği giderdi. Bütün insanlar, Âdem'dendir, (O' nun çocuklarıdır.) Âdem de topraktan yaratılmıştır."

Sonra şu anlamdaki âyet-i kerîmeyi okudu.
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Övünesiniz diye değil, kolaylıkla tanışasınız diye, sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık. Allah katında en değerliniz, Ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Allah her hâlinizi bilir, O her şeyden haberdârdır." (Hucurât Sûresi, 13)

Rasûlüllah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'ın geniş sâhasını dolduran kalabalığı mânâlı bir bakışla süzdükten sonra:

- Ey Kureyş cemaâtı! Size şimdi nasıl bir muâmele yapacağımı sanıyorsunuz? diye sordu. Mekkeliler hep bir ağızdan:

- Hayır umuyoruz. Sen kerîm bir kardeş, âlicenâb bir kardeş oğlusun, diye cevap verdiler.
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):
- Ben de size Yûsuf'un kardeşlerine söylediği gibi, "Bu gün size geçmişten dolayı azarlama yok." (Yûsuf Sûresi, 92) diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz buyurdu.

Böylece Rasûlüllah (s.a.s.) hepsini affetmişti. Halbuki bunlar Hz. Peygamber (s.a.s.)'e neler yapmamışlardı. Müslümanları en korkunç işkencelere tâbi tutmuşlar, akla hayâle gelmedik eziyetler yapmışlardı. Şimdi başkaları olsa ne yapardı; Hz. Peygamber (s.a.s.) ne yapmıştır? Bu mukayese Rasûlüllah (s.a.s.)'in büyüklüğünü ortaya koymağa kâfidir.

Bu hitâbesinden sonra Rasûlüllah (s.a.s.) Mescid-i Harâm'da oturdu. Sikaye (hacılara su ve zemzem dağıtma) hizmeti Abdülmuttaliboğulları’ndaydı. Bu hizmeti Hz. Abbâs yapıyordu. Hicâbe (Kâbeyi açıp-kapama ve anahtarını taşıma) hizmetini ise Ebû Talha oğulları yapıyordu. Bu esnâda Hz. Ali bu iki hizmetin Abdülmuttaliboğulları'nda birleştirilmesini istemişti.

Fakat Rasûlüllah (s.a.s.) Osman b. Talha'yı çağırdı.

- Yâ Osmân, bugün iyilik ve ahde vefâ günüdür, al işte anahtarın, buyurdu.

Öğle vakti, Hz. Bilâl Kâbe'nin üstüne çıktı. Güzel ve gür sesiyle ezana başladı. "Allâhü Ekber" nidâları müşriklerin yüreklerini burkuyordu. Bu esnâda, Ebû Süfyân, Esîd oğlu Attâb, Hişâm oğlu Hâris gibi Kureyşin ileri gelenlerinden birkaç kişi Kâbe'nin avlusunda bir köşeye toplanmış konuşuyorlardı.

İçlerinden Attâb:
- Babam şanslı adammış, daha önce öldü de şu sesi işitmedi, dedi.
Hâris de:
- Şunun hak olduğunu bilsem, vallâhi ben de icâbet ederdim, diye konuştu.
Ebû Süfyân ise:
- Ben bir şey söylemeyeceğim. Bir şey konuşsam şu çakılların bile dile gelip O' na haber vereceğinden korkuyorum, dedi.

Az sonra yanlarına Rasûlüllah (s.a.s.) geldi, aralarında konuştuklarını bir bir söyledi. Bunun üzerine:
- Konuştuklarımızı kimse duymamıştı. Biz şehâdet ederiz ki, sen Allah'ın Rasûlüsün, diye şahâdet getirdiler.

Bu duygularla fetih yıl dönümüz mübarek olsun.

BU BİR SIRDIR...

1 Haziran 2013 Cumartesi

DOSTLAR MİRACINIZ MUBAREK OLSUN.../ sır



KISADA OLSA MİRACIN HASBİHALİNİ YAPALIM DEDİM...

Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) İsrâ ve Mi'rac mûcîzeleri, hicretten önce Mekke-i Mükerreme’de, uyanık halde iken, ruh ve cesed ile birlikte olmuştur.

Mi’rac, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Allâh-ü Teâlâ’nın dâvetine îcâbetle eşsiz bir mûcîze olarak semâvat, arş, kürsî, ve Cenâb-ı Hakk’ın dilediği daha nice yüksek âlemlere seyahat etmesidir. Allâh-ü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen; “Noksan sıfatlardan münezzeh, kemâl sıfatlarla muttasıf olan Zât-ı Ecelli A'lâ en has kulu olan Habîbini, gecenin küçük bir cüz'ünde Mescîd-i Haram'dan etrafını maddî ve mânevi müzeyyenât ile mübârek kıldığımız, Mescîd-i Aksâ’ya götürdü. Habîbimize, mûcîzelerimizden bazısını gösterelim diye. Şüphe yok ki, her şeyi hakkıyla gören ve işiten Allah'tır” (Sûre-i İsra, 1)

Efendimiz (s.a.v.) Bi’set’in 10. senesinde, amcası Ebû Talib’i, kısa bir zaman sonra da Hz. Haticetül Kübra Validemizi kaybetti.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

BİLMEK AMA NASIL?

‘’… De ki: ‘Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ …’’Zümer; 9
Konya 07.05.2013 

Sevgili Dostlar,
Selam ve rahmet üzerinize olsun.
Sure, Mekki olup tüm Mekki sürelerde olduğu gibi İslam inancının odağı olan ‘Allah tan başka ilah olmadığına inanmak, her yerde ve her şeyde Allah’ın hakimiyetini bilmek ve bilerek yaşamaktır.’ İman ve kulluk bilincinin anlatıldığı sure, inancı; saf ve samimi, arı ve duru kılarak ibadeti yalnızca Allah’a has kılmaktır. Her yerde ve her şeyde Allah odaklı hayatı bilmek ve bilerek yaşamaktır. Vahyin ‘Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ sorusuna karşılık ‘Neyi bilenlerle bilmeyenler bir olmaz’ dediğimiz zaman alacağımız cevap ayetin kendisidir. İbn Faris’i ilmi tarif ederken ‘İlim / bilim, bir şeyi ona ait olmayandan seçip ayırmaya yarayan bir iz ve işarettir.’ diye açıklar. Anahtar değer, insan zihninin ‘seçip ayırma’ yeteneğidir. İnsanı, ilahi bir inşa projesi olan vahyin amacı, zihnimizde ‘seçip ayırma’ işlemini söz konusu edinmiş bir değeri bizde inşa etmektir.

12 Mayıs 2013 Pazar

AYLARIN SULTANLARI


Zaman, Yüce Allah'ın üzerimizdeki en büyük nimetlerinden biridir. Zaman, Allah'ın bize emanetidir. Tüm emanetler gibi, bu büyük emaneti de yerli yerince kullanıp kullanmadığımızdan hesaba çekileceğiz. Zamanın asıl sahibi Yüce Allah'tır. Bu yüzden zamanı, onun asıl sahibinin istekleri doğrultusunda kullanmak zorundayız.

İslam büyükleri, Allah yolunda geçirilmeyen senelerini ömürlerinden saymamışlardır. Çünkü O'nun yolunda geçirilmeyen her an israftır, boşa gitmiştir.

Bir hadislerinde Peygamberimiz (as) şöyle buyurur: "Her yeni gün ve gece şöyle seslenir: Ey insan oğlu! Ben yeni bir ânım. Yaptığın işler konusunda ben sana şahidim. O halde beni hayır işleyerek iyi değerle

10 Mayıs 2013 Cuma

PERŞEMBEYİ CUMAYA BAĞLAYAN GECE REĞAİB GECESİDİR.

MERHABA DOSTLAR;

Recep ayının ilk PERŞEMBEYİ CUMAYA BAĞLAYAN GECESİ REĞAİB GECESİDİR. Yeni üç ayların rahmet iklimine giriyoruz. Bu aylar, imandan gelen bir heyecanla ibadet hayatımızın daha canlı tutulduğu feyizli, bereketli bir mevsimdir. Recep ayında Regâib ve Mi’râc, Şaban ayında Berat, Ramazan ayında ise Kadir gibi dört ayrı mübarek gece bulunmaktadır. Bu geceler, üç ayların manevi atmosferinin bereketli ve hikmetli yıldızları gibidir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bu aylarda daha çok ibadet eder ve: “Allah’ım! Recep ve Şâbânı hakkımızda mübarek kıl, bizi Ramazan’a kavuştur”[1] diye dua ederdi.

CAN DOSTLAR! Bu aylar, duaların Allah’a arz edilmesi, pişmanlık gözyaşlarıyla günahların silinmesi, yapılan ibadetlere verilen sevabın katlanması bakımından büyük bir fırsattır. Bu günlerde nefis muhasebesi yapılmalı, ana sermayemiz olan ömrümüzün nerede tüketildiği gözden geçirilmeli, amel defterimize neler yazıldığı, Mahşer günü kurulacak Büyük Mahkemenin tek Hakimi Yüce Allah’ın hakkımızda nasıl bir hüküm vereceği düşünülmelidir.